25 Aralık 2016 Pazar

Kesinlikle İzlemelisin: La La Land (2016)


“Filmler acıdan ve hiçlikten kurtulmanın mümkün olduğu, duygusal ve entelektüel topraklarda yol bulmayı sağlayan birer harita.” demişti efsane sinemacı John Cassevetes. Bu bana çok güzel ve çok da doğru gelen bir söz olmuştur hep. Son zamanlarda her şeyin harika olduğu ve hiçbir derdimizin kalmadığı günlerden geçtiğimizi söylesek yalan olur. Bu durum sadece Türkiye için değil tüm dünya için de geçerli bir durum. İnsanlar artık güzel şeylerden konuşmaktan, güzel şeyleri paylaşmaktan utanır oldu. Ancak herkesin kaçış aradığı ve bir umut bulmak istediği gibi de bir gerçek var ortada. Kimilerine göre bu kaçış bir şarkıyla, kimilerine göre bir kitapla, kimilerine göre bir filmle ve kimilerine göre ise bir oyunla bile olabilmekte. Bana göre ise Cassevetes’in dediği gibi filmlerdir en iyi kaçış şekli. Sanatın tüm dallarının muhteşem bir ahenkle birleştiği, hayran olacağınız ve sizi günlük yaşamınızdan uzaklaştırarak bir umut bulmanızı sağlayacak, size ilham verebilecek bir film her dönem çıkmakta. İşte dünyada her şeyin mutsuzluk, umutsuzluk ve karamsarlıkla kaplı olduğu bu dönemde de La La Land çıktı ve herkesin sevgilisi oldu.

8 Kasım 2016 Salı

Kesinlikle İzlemelisin: Doctor Strange (2016)


Son dönemde çizgi roman filmlerinin, özellikle de Marvel Sinematik Evreni’nin (MCU) sinema dünyasında çok önemli bir yer tuttuğu artık su götürmez bir gerçek. Marvel’in kurduğu bu harika sinematik evren her geçen yıl daha da iyiye gitmekte, her gelen filmle izleyiciyi daha da etkilemekte. Öyle ki yakın zamanda vizyona giren filmler Marvel’in en iyi işi denilebilecek nitelikteydi. Bu sene izleme şansı bulduğumuz Deadpool ve Captain America: Civil War (ben de dahil) birçok kişiye göre Marvel’in en iyi işlerindendi. Bu ikiliye Marvel’in uzun zamandır beklenen ve bana göre son harikası olmayı da başaran Doctor Strange de katıldı bence. Hatta hikayesi ve özellikle de felsefesiyle tüm MCU filmlerinden ayrılan Doctor Strange Marvel’in en iyisi olabilir. En azından bu türü sevmeyenlerin bile sevebileceği, görsellikte çığır açan ve oldukça yüksek bir seyir zevkine sahip bir film var karşımızda. Müthiş aksiyon sekansları ve Inception’ı andıran görselliği ile izleyen herkes için nefesini kesici bir tecrübe olacağı kesin gibi. Filmi IMAX’te izlemek ise alacağınız keyfi kat be kat arttıracaktır, ben 3D ve IMAX’in hakkını bu kadar iyi veren başka bir film izlediğimi hatırlamıyorum açıkçası.

16 Ekim 2016 Pazar

Kesinlikle İzlemelisin: Arrival (Filmekimi 2016)


Arrival her anıyla büyüleyen, tam anlamıyla bir rüyadaymış hissi veren ve inanılmaz derecede zarif bir bilimkurgu. Uzaylıları konu almasına rağmen bu konuyu işleyen filmlerden neredeyse her konuda farklılaşmayı başaran ve hiçbir klişeyi içinde bulundurmayan güçlü ve duyguları derinden etkileyen bir başyapıt. Filmde muhteşem müziklere ve şiirsel görselliğe ek olarak ise ana karakterimizi canlandıran Amy Adams’ın muhteşemliği ve içine Nolan, Kubrick ve Malick kaçmış hissi veren Denis Villeneuve’nin dillere destan, müthiş yönetmenliği var. Ted Chiang’ın Story of Your Life isimli eserinden uyarlanan Arrival, benim çok uzun zamandır bir filmi izleyip de hissetmediğim heyecanı ve duyguyu bana yaşatmayı başardı. Bu eşsiz sinema güzelliğini izledikten sonra tam anlamıyla mest oldum.

8 Ekim 2016 Cumartesi

Film/Arşiv: The Happiest Day in the Life of Olli Maki (Filmekimi 2016)

Uzun zamandır heyecanla yolunu gözlediğim Filmekimi dün başladı ve ben de bugün ilk filmimi izleyerek bu festivale tam anlamıyla başlamış oldum. Daha adını gördüğüm anda ilgimi çeken The Happiest Day in the Life of Olli Maki yani Olli Maki’nin En Mutlu Günü bu sene harika filmlerin gösterildiği Cannes Film Festivali’nin Un Certain Regard (Belirli Bir Bakış) bölümünde gösterilip bölümün En İyi Film ödülünü kapmış Finlandiya yapımı bir film. Bir spor filmi olarak tanımlayabileceğim bu film alıştığımız spor filmlerine hiç benzemeyen yapısıyla dikkat çekiyor. Örneğine pek rastlanmayan bu boks filmi Finlandiya’nın da bu seneki Oscar aday adayı oldu ve bence son 9’a kalıp En İyi Yabancı Film dalında yarışabilecek kadar harika bir filmdi, en azından ben sona kalmasını çok isterim.

Film/İnceleme: The Girl on the Train (2016)


Yılın en merakla beklediğim uygulamalarından biri olan The Girl on the Train (Trendeki Kız) sonunda vizyona girdi. Başrolünde Emily Blunt’ın olduğu filmin Haley Bennett, Rebecca Ferguson, Luke Evans ve Justin Theroux gibi tanıdık isimlere sahip güzel de bir kadrosu var. Paula Hawkins’in çok sevdiğim aynı isimli romanından uyarlanan The Girl on the Train, yönetimini çok sevmediğim halde büyük oranda kitaba sadık kalınarak uyarlanmasını taktir ettiğim ve Emily Blunt’ın mükemmel oyunculuğuna bayıldığım bir film oldu. Eğer yakın zamanda sinemaya gitmek gibi bir niyetiniz varsa bunu bir düşünün derim.

28 Ağustos 2016 Pazar

Müzik/Arşiv: Florence + The Machine [F+TM]



Bugün en sevdiğim müzisyenin doğum günü. Florence + The Machine’in muhteşem solisti Florence Welch 30 yaşına girdi. Farklı sesi, müthiş kişiliği ve ikonik stiliyle bana ilham veren ve beni her zaman etkileyen Florence Welch’e olan hayranlığımı herkese bahsetmişimdir zaten. Bugünün anlamı nedeniyle de gelmiş geçmiş en muhteşem müzisyenlerden biri olan Florence Welch ve harika grubu ile ilgili hem ilginç hem de harika bulduğum bazı şeyleri yazmak istedim. Onunla ilgili anlatabileceğim birçok şey olsa da ne kadar sevdiğimi anlatamam sanırım. Her şeyiyle birlikte gerçek bir sanatçı olan Florence Welch, uzun zamandır hayatımda önemli etkisi olan sanatçıların başında geliyor. Umarım bu yazım sizlerin de değeri çok bilinmeyen muhteşem Florence Welch'i daha iyi tanımanızı ve az da olsa sevmenizi sağlar. Benim tüm şarkılarını bu kadar sevdiğim başka bir müzisyen yok mesela.

18 Ağustos 2016 Perşembe

Müzik/Arşiv: Joss Stone İstanbul Konseri (2016)


Yaza başlarken heyecanla beklenen birçok kültür-sanat etkinliği vardı. Bir sürü müthiş etkinliğin arasından özellikle bazı konserler benim için oldukça mutluluk ve heyecan vericiydi. Başta yıllardır canlı izlemeyi istediğim Muse olmak üzere Sia, Two Door Cinema Club gibi çok sevdiğim bir sürü müzisyeni izleme şansı yakalayacaktım. Ancak her şey beklenmedik bir şekilde değişti. O dönemde yaşanan oldukça üzücü bazı olaylar birçok etkinliğin iptaline neden oldu. Two Door Cinema Club, Muse, Skunk Anansie, Steve Vai ve Joan Baez konserlerini iptal edenlerden sadece bazılarıydı. Geçen haftalarda ise izlemek istediğim bir diğer müzisyen Sia da bu iptal grubuna katıldı ve konserini iptal ettiğini açıkladı. Bu konserlerin iptalini haklı bulan da var bulmayan da. Mesela siz öyle dönemlerde müzik ve festival mi konuşulur diye düşünebilirsiniz belki ama ben kültür-sanat etkinliklerinin herkes için farklı anlamlara sahip olduğunu düşünürüm hep. Yani bana göre bir konserde geçirilecek 2-3 saat birilerinin kafasını dağıtmasına veya kafasını toplamasına yardım edebilir. Ayrıca müzik de iyileştirici güce sahip sanat dallarından sadece biridir bence. İşte bu nedenle Joan Baez’in sonradan özür dilemek zorunda kaldığı abartılı açıklamasından tutun da yıllardır bekleyip, 4 ay kadar önceden de biletini alarak çok heyecanlandığım ama son anda iptal olduğu için gidemediğim Muse konseri için yaşadığım hayal kırıklığına kadar olan birçok şey beni hepten üzmüştü. Şimdi benim bunları neden yazdığımı düşünüyorsanız öncelikle şunu belirtmeliyim amacım gelmeyenlere sitem etmek veya birilerine yüklenmek değil aslında. Asıl amacım bu tür etkinliklerin sevgi, barış, mutluluk ve daha birçok güzel şeye sebep olabileceğini belirtmek. Bunun da en güzel örneği de Joss Stone’un bu çok ama çok özel konser oldu. Konser olalı yaklaşık 1 ay oldu, biraz geç kaldım ancak yine de bu yazımı tamamlamaya karar verdim. Bunun nedeni hem benim bu güzel anıyı olabildiğince iyi aktarmayı hem de konsere gidenlerin hatırlamasını, gitmeyenlerin ise mutlaka bilmesini sağlamak istememden kaynaklanıyor. Ayrıca hala bu yaz olan en güzel şeylerden de biridir bu konser benim için. Gerçekten de çok özel bir geceydi.