27 Aralık 2015 Pazar

Kesinlikle izlemelisin: Star Wars: The Force Awakens (2015)


Çok uzun zamandır çok heyecanla beklediğim, Star Wars serisinin 7. Filmi olan ve yeni üçlemenin de ilk filmi olma özelliğini taşıyan Star Wars: The Force Awakens sonunda çıktı. Ben de aylar önce aldığım biletle filmi ilk gün izleyebildim. Filme konusu hakkında hiçbir şey bilmeden gittim, sadece oyuncularını, senaristini falan biliyordum ama aylardır internette konusuyla ilgili dolanan her türlü teoriden uzak durmayı başarmıştım. Bunun bir nedeni ise filmle ilgili birçok büyük beklentimin oluşmamasını sağlamaktı çünkü daha önce de yaşadığım gibi büyük beklentiyle bir filme girdiğimde bazen o filmi (ne kadar iyi olursa olsun) yeterince sevmeyebiliyorum. Bu sene bunun bir örneğini yaşadığımdan biliyorum. Ancak filme hiçbir beklentiyle gitmemiş olsam da şunu söyleyebilirim ki sanırım bir film için hiç bu kadar heyecanlanmamıştım.


Filme girerken biraz heyecanlıydım zaten ama Lucasfilm logosunu ve ardından gelen o ikonik “A long time ago in a galaxy far, far away…” yazısını görene kadar sonra da her filmdeki gibi Star Wars yazısının çıkmasıyla başlayan o müthiş müziği duyup açılış yazıların akışını görene kadar heyecanım normal seviyelerdeydi. Ama bunlar çıktıktan sonra o kadar heyecanlanmıştım ki çıkan yazılara odaklanmam bile birkaç saniye sürdü düşünün yani. Film daha o ilk anda, daha başlamadan içine çekmeyi başarmıştı beni. Bu arada şunu da belirteyim, The Force Awakens benim sinemada izleme şansına eriştiğim ilk Star Wars filmiydi ve gerçekten de müthişti! (O kadar sevdim ki bu yazıyı yazana kadar ikinci kez izledim bile.)


Her zamanki gibi ilk olarak filmin konusundan bahsetmek istiyorum. (Tabii ki şu noktadan sonra spoiler olacak, ben sizi uyarayım da.) John Williams’ın mükemmel müziği ile beraber açılışta akan yazıda görüyoruz ki Luke Skywalker ortadan kaybolmuş, imparatorluğun yerini İlk Düzen almış, prenses Leia İlk Düzen’in karşısında olan Direniş’te general olarak liderlik etmekte ve en iyi pilotlarından birini de Luke’u bulmasına yarayacak bir ipucunu aramaya Jakku adlı bir gezegene göndermiş. Film de tam burada başlıyor zaten.


Direniş’teki en iyi pilotlardan biri olan Poe, droidi BB-8 ile birlikte Jakku’ya gider ve burada Luke’u bulmaya yarayacak bir haritaya ulaşır. Haritayı bulmak için köye gelen Stormtooper ordusu ve Kylo Ren ise haritayı almış olan Poe'yu yakalarlar ancak Poe, haritayı BB-8’e vermiş ve onu uzağa göndermiştir. BB-8 sonrasında ana karakterlerimiz Rey ile karşılaşır. Bu sırada İlk Düzen’in üssüne götürülen Poe ise FN-2187 adlı Stormtooper’ın yani Finn’in yardımıyla üsten kaçar ancak sonra gemileri vurulup Jakku’ya düşerler ve Poe kaybolur. Finn de sonrasında Rey ve BB-8 ile karşılaşır ve bu üçlü birlikte Jakku’ya gelen Stormtooper’lardan kaçar ve gezegenden çıkarlar. Sonrasında ise Han Solo ve Chewbacca hikayeye dahil olurlar ve onların liderliğinde asıl hikaye başlar. Konuyla paylaşacağım diğer detayları karakterlerle ilgili yazacağım kısma sakladım. Ama önce biraz yönetmenden, senaryodan, müziklerden ve görsel efektlerden bahsetmek istiyorum.


İlk olarak şunu belirtmeliyim ki J.J. Abrams gerçekten çok başarılı bir iş çıkarmış. Abrams, birçok Star Wars fanı gibi benim de ilk duyduğumda biraz şüphe ettiğim bir kişiydi. Ancak sonra Star Trek gibi bir başka önemli seride yaptıklarını düşündüm ve tamam aslında olabilir dedim. Vee sonuç olarak Abrams çok çok başarılı bir iş çıkarmış bence. Bunda ekibindeki kişilerin de çok büyük payı var tabii. Abrams ve ekibi bu filmde ilk üçlemenin izinden gitmişler. Hatta bazı açılardan filmin serinin ilk filmi A New Hope ile benzerlikleri gözden kaçmayacak kadar çok.

Filmin senaristleri arasında seride Empire Strikes Back ve Return of the Jedi’ın da senaristliğini üstlenmiş olan Lawrence Kasdan vardı. Senaryonun A New Hope’la olan benzerlikleri çoğu kişiye göre bir hata olarak görülse de bence bu bir pozitif noktaydı. Bu tabi benim serideki favori filmimin A New Hope olmasından da kaynaklanıyor olabilir tabi ama şu da var ki The Force Awakens ilk filmdeki havayı zaman zaman hissetmemizi sağlarken bunun üstüne de koyarak ilerliyor. Hikayenin A New Hope’a paralel gitmesi yeni serinin eski seriye bağlanması açısından da iyi olmuş bence.


Filmin güçlü noktaları arasında ise görsel efektlerini ve müziklerini gösterebilirim. Serinin orijinal üçlemesinde kullanılan pratik görsel efekleri George Lucas sayesinde çok başarılıydı ancak Lucas prequel üçlemede efektleri tam ayarında kullanamamış, CGI’ı biraz fazla kaçırmıştı ve bunun da etkisiyle ikinci üçlemedeki görsel efektler video oyununu andırır bir haldeydi. Ancak bu filmde ilk üçlemedeki gibi pratik efektler daha çok kullanılmıştı, günümüz teknolojisi ise tam tadındaydı. Hatta filmin en güçlü olduğu noktalardan birinin görsel efektleri ve sinematografisi olduğunu rahatça belirtebilirim. (Öyle ki The Force Awakens En İyi Görsel Efekt Oscarı için yarışacak filmlerin listesine girdi.)

Filmin müzikleri ise yine John Williams’a emanetti, hani o efsane olmuş Star Wars müzikleri var ya onların hepsini işte bu adam bestelemişti (jenerik müziği de bunlara dahil). Williams’ın müthiş işleri Star Wars’la da sınırlı değil tabi. Williams, Steven Spielberg’ün tüm ikonik işlerine bunlara ek olarak Superman, Harry Potter gibi işlere de müzik yapmış bir kişi. Tüm bunlar yetiyor zaten John Williams’ın gelmiş geçiş en iyi soundtrack bestecisi olduğunu anlatmaya. Ancak şunları da söylemeden geçmeyeyim. John Williams’ın bugüne kadar 5’ini kazandığı 49 Oscar adaylığı, 3’ünü kazandığı 6 Emmy adaylığı, 4’ünü kazandığı 25 Golden Globe adaylığı, 22’sini evine götürdüğü 65 Grammy adaylığı vardı. Peki bu filmdeki müzikler nasıldı derseniz? Tek kelime ile müthişti! Benim en sevdiğim ise Rey’in olduğu sahnelerde çıkandı, Rey’s Theme. (En alta bu müthiş müzikleri ekledim eğer siz de dinlemek isterseniz buyrun!)


Şimdi de gelelim asıl önemli kısma yani oyunculara. İlk olarak şunu belirteyim, yeni kadroya tek kelimeyle bayıldım. Yeni karakterlerin hepsi seriye hikayeye kusursuz bir şekilde dahil oluyorlar. Buna ek olarak yeni karakterlerin eskileriyle olan uyumu da inanılmazdı kesinlikle. Seriye yeni katılan droidimiz BB-8’in R2-D2 ve C-3PO ile arasındaki uyum, Finn ve Rey ikilisinin Han Solo ve Chewbacca ikilisi ile uyumu gerçekten müthişti. Karakterlerden ve onlarla ilgili olan tahminlerimden de biraz bahsetmek istiyorum. (Bu arada üstteki resim ilk paylaşılan cast resmiydi ve ortalığı alt üst etmişti bir anda!)


İlk olarak Rey ile başlayalım. Ana karakterimiz olan Rey’i Daisy Ridley canlandırıyor. Ridley hakkında bilmeniz gereken şey ise bu filmin kendisinin ilk uzun metraj filmi olduğu. Ancak bu kesinlikle olumsuz bir nokta değil çünkü Ridley hareket ve mimikleriyle karakterini inanılmaz bir gerçeklikte canlandırmış. Zaman zaman kendini belli eden aksanı ise ona ayrı bir hava, ayrı bir sevimlilik katmış. Ama Rey sevimli olduğu kadar güçlü de bir karakter. Film boyunca onun bir sürü yeteneğini keşfediyoruz. Dövüş konusunda oldukça yetenekli mesela. Buna ek olarak pilotluk konusunda da oldukça yetenekli bir karakter Rey, Millenium Falcon’la olan kaçış sahnesinde bunu açıkça görmüştük. Ancak sonradan öğreniyoruz ki Rey, Force’a da yatkınmış. Hikayenin sonlarına doğruda zaten hızlı bir şekilde Force’a adapte oluyor. Bir yerde bir Stormtooper’a “Jedi Mind Trick” yapıyor, sonra bir yerde kötü adamımız olan Kylo Ren’e bile kafa tutuyor mesela.


Filmin en çok eleştirilen noktalarından biri de bu aslında. Şu sorular soruldu. Rey, Force’u nasıl bu kadar hızlı öğrendi de bir Ren Şövalyesi’ni yenecek hale geldi? Birçok Jedi bunu yapamazken Rey nasıl yapabildi? Force’un Rey’de bu kadar güçlü olması onun pek de sıradan biri olmadığını bize gösteriyor. Tam olarak neden böyle olduğunu ilerleyen filmlerde anlarız diye düşünüyorum. Ben bir ara bunun nedenini güce denge getirecek kişi olayıyla ilgili olduğunu bile düşündüm mesela. Hani prequel seride Anakin’in güce denge getirecek kişi olduğu söylenmişti. Ancak Anakin karanlık tarafa geçince belki de kehanet yanlış yorumlandı denmişti ya işte o yüzden belki de orada bahsedilen kişi Rey’dir o yüzden bu kadar güçlüdür dedim. Olabilir mi işte bunu ilerleyen filmlerde göreceğiz.


Rey’le ilgili çok merak ettiğim şey ise ailesinin kim olduğuydu. Film boyunca sürekli bu konuda farklı şey düşündüm. İlk başlarda dedim ki kesin Luke Skywalker’ın kızı, sonra dedim yok yok kesin Han Solo ve Leia’nın kızı diye. Ama baktım kimse bahsetmiyor bu konudan dedim o zaman Han Solo’nun kızı olamaz diye. En sonda yine Luke’un kızı olduğunu düşündüm. Bunun nedeni ise bir sahnede Maz’ın ışın kılıcını Rey’e uzatırken, bu Vader’ındı, sonra oğlu Luke’a geçti, şimdi sıra sende demesiydi.


Şimdi gelelim filmdeki kötü adamımıza yani Kylo Ren’e. Adam Driver’ın başarıyla canlandırdığı Kylo Ren, karizmatik bir kötüydü. Filmin başında bir blaster durdurma sahnesi vardı ki hele müthişti. Dediğim gibi bazı sahnelerde Kylo Ren tam anlamıyla karizma olarak zirve yaparken bazı sahnelerde ise isteneni veremiyor. Ama şu da var ki Kylo Ren gelişmekte olan bir karakter, hatta daha eğitimini bile tamamlamamış olduğunu hatırlatmak lazım. Yani sonraki filmlerde onu daha güçlü, daha karizmatik olarak görebiliriz.


Karizma anlamında zaman zaman eksikleri olsa da Kylo Ren’in güzel bir hikayesi var. Hatta filmde de birçok plot twist’in odak noktasındaydı. İlk olarak Kylo Ren, Han ve Leia’nın oğluymuş hatta doğduğunda adı Ben Solo’ymuş. Luke da yeğenini kurduğu Jedi topluluğuna alıp eğitmeye başlamış ancak zaman içerisinde karanlık taraf Kylo Ren’in aklını çelmeyi başarmış. Ancak bunun da nasıl olduğunu anlatılmadı. Ancak Kylo Ren gidişi biraz farklı olacak gibi görünüyor. Karanlık tarafta başlasa da son olarak aydınlığa gidecekmiş gibi duruyor. Leia’nın “İçinde hala aydınlık var” demesi de buna işaret ediyor belki de. Kylo Ren’in de bir sahnede Vader’in kaskına bakıp aydınlığa çekildiğimi hissediyorum karanlık tarafın gücünü hissetmeme yardım et demesi de bir başka ipucu olabilir.


Fakat şu da var ki Kylo Ren, Han’ın da dediği gibi “İçine fazla Vader kaçmış” bir karakter. Onun yolundan ilerlemeye çalışan, çok hırslı bir karakter. Filmin en kritik sahnesinde yine sahnede o vardı. Star Wars serisinin belki de en kritik sahnelerinden biri oldu diyebileceğim o sahnede Kylo Ren babasını yani Han Solo’yu öldürdü… Hem de babası ona yardım etmek isterken yaptı bunu. İleride ne olur bilinmez ama Kylo Ren aydınlığa geçse bile Han’ı öldürmesini nasıl affederim bilmiyorum.


Şimdi gelelim benim filmde en sevdiğim karakterlerden birine, Poe Dameron’a. Karakteri canlandıran kişi Oscar Isaac’ti. Rolü kısa olsa da biraz Han Solo’yu andıran karizması ve sempatikliği ile birçok izleyiciyi kendine hayran etmiştir diye düşünüyorum. Filmde ilk gördüğümüz karakterlerden biri olan Poe, Leia’nın en çok güvendiği pilotlardan biri olarak karşımıza çıkıyor, filmin sonlarına doğru ise X-Wing’le tam anlamıyla bir şov yapıyor.


Filmin bir diğer önemli karakteri ise Finn’di. Finn aslında benim ilk şüpheyle yaklaştığım bir karakterdi ancak filmi izleyince John Boyega'nın canlandırdığı Finn’i çok sempatik buldum ve sevdim. Filme Stormtooper olarak başlayıp en çok değişim yaşayanlardan biri olan Finn, ilginç bir hikayeye de sahip gibi duruyor. Aynı Rey gibi soyadını bilmediğimiz bir karakter olduğu için ilginç bir şeyler çıkacak gibi onunla ilgili. Mesela ben bir ara Maz ona “Bunlar tanıdık gözler. Sende kaçmak isteyen birilerinin gözünü görüyorum” dediğinde benim aklıma Lando Calrissian gelmişti direkt. Belki de onun oğludur diye düşündüm. Bunun cevabını da sonraki filmlerde öğreneceğiz.


Filmin ana kötüsü Kylo Ren olsa da filmdeki iki karakter de oldukça dikkat çekiciydiler: Yüce Lider Snoke ve General Hux. Andy Serkis’i canladırdığı Yüce Lider Snoke her ne kadar kadim ve esrarengiz dursa da bir o kadar da bilinmezdi onun hakkında hiçbir şey açıklanmadı film boyunca. Ayrıca onun Kylo’yu nasıl karanlık tarafa çektiğini de bilmiyoruz. Tüm bunların cevabını sekizinci filmde öğrenebiliriz belki.


General Hux’ı canlandıran Domnhall Gleeson’ın performansını ise biraz abartılı bulanlar olacaktır ancak onun Stormtooper’lara yaptığı konuşma yaptığı sahne bende Kylo Ren’in bıraktığından daha fazla bir etki bıraktı. General Hux’ın çok hırslı oluşu, Kylo Ren’i sürekli küçümsemesi Snoke’la direk bağlantılı olması da onu ilerleyen filmlerde daha güçlü bir şekilde görebileceğimizi düşündürdü bana.


Şimdi gelelim orijinal seri kadrosuna: Han Solo, Chewbacca, Leia Organa, Luke Skywalker R2-D2 ve C-3PO’ya hatta Millenium Falcon’a. Filmde C-3PO ile R2-D2 ise tam kıvamında verilmişlerdi diyebilirim. Prenses Leia ise bu filmdeki bir başka güçlü kadın karakterdi. Artık general olmuş ve İlk Düzen karşındaki Direniş’e liderlik ediyordu. Oğullarının karanlık tarafa geçmesi nedeniyle ise Han’la ayrı düşmüşlerdi ve yine de birlikte oldukları her sahne de neredeyse beni hüzünlendirdi. Leia’nın oğluna olan inancı ise tam olarak Luke’un Vader’a olan inancına benziyordu. Ancak Kylo Ren'in Han’a yaptığı şey gerçekten affedilecek şey değildi. O sahne beni gerçekten çok üzdü çünkü Han Solo benim favori karakterim olmuştur hep.


Sıra geldi filmin gizli kahramanına, Han Solo’ya. Dediğim gibi Han Solo benim en sevdiğim karakterdir. Filmdeki favori sahnelerimden birinde de o vardı zaten. Chewie’ye “We’re home” dediği sahne ile hikayeye dahil olan Han Solo’nun o sahnenin devamında pilot bölümüne gitmesi ve oradaki o gülüşü benim filmde en sevdiğim anlardan biriydi. O sahne bana tam olarak ilk filmi hatırlattı. Han Solo’nun Chewbacca ile olan uyumu da beni ayrı bir mutlu etti. Rey ve Finn ile olan ilişkisi ise ayrı güzeldi zaten. Yani sonuç olarak Han Solo benim hala en sevdiğim karakter bu filmle birlikte onu daha bir sevdim. Sonraki filmlerde onu çok özleyeceğim kesin. İşte hem bu filmde hem diğerlerinde Han Solo karakterini mükemmel bir şekilde canlandırdığı ve bize çok sevdirdiği için Harrison Ford’a ayrı bir teşekkür etmek lazım. Bence başka kimse Han Solo’ya bu kadar uymazdı.


Orijinal serideki kadro arasında en merak ettiğim karakter ise Luke’tu ancak en az görülen de oydu. Her ne kadar Luke’u daha çok görmeyi istesem de onun gizem faktörü olarak sona saklanması da bir anlamda iyi olmuştu. Tüm film boyunca Luke’u merak etmiştim ve onu o son sahnede kısaca görmek bile yetti bana bir bakıma. Onun Rey’e olan bakışları bile çok anlamlıydı. Mark Hamill o sahneyi bile çok iyi oynamıştı. Yine de Luke’a ne oldu, o kadar uzun zamandır orda ne yapıyor bunlar büyük soru işaretleri.


Filmin az görünen ama dikkat çeken iki karakteri ise Maz Kanata ile Captain Phasma’ydı. Lupita Nyong'o’nun canlandırdığı Maz özellikle Luke’un ışın kılıcını alması ve Rey ile olan o anlamlı konuşmasıyla dikkat çekmişken, Gwendoline Christie ise İlk Düzen’de önemli bir yerde olacakmış gibi duruyordu. İkisini de sonraki filmlerde önemli yerlerde göreceğiz bence.


Filmdeki en dikkat çeken karakter ise BB-8 olmuştur bence. Aşırı şirin ve sempatik tavırları ile favori karakterlerimden biri olmayı daha ilk sahneden başardı BB-8. Hareketleri oldukça insansı ve komik olduğu için çok sempatik olan bir karakterdi. Artık evrenin en sempatik varlığı R2-D2 değil sanırım. Filmin açık ara en sevimli karakteri olan BB-8, Finn ile birlikte de filmin komedi dengesini sağlamıştı ayrıca.


Filmde olan ama muhtemelen fark etmediğiniz birkaç kişiden bahsetmek istiyorum. Bunlardan en önemlisi bence aylar önce film setinde görülüp sonrada filmde olacağı yalanlanan Daniel Craig namı diğer James Bond. Eee koskoca Bond hangi roldeymiş derseniz işte cevabınız: Craig filmde bir Stormtooper’ı canlandırmış. Öyle sıradan bir Stormtooper da değil. Rey’in Jedi Mind Trick uyguladığı Stormtooper’mış yani sesini bile duymuşuz Craig’in. Ben ilk izleyişimde fark etmemiş olsam da bunu öğrendiğim için ikinci izleyişimde fark ettim Craig’in sesini.


Filmde olan ve fark etmemenizin muhtemel olduğu bir diğer karakter ise Obi Wan Kenobi’ydi. Kenobi’nin sesi de Rey’i ışın kılıcını eline alıp flashback yaşadığı sahnenin sonunda duyuluyordu. Buradaki Kenobi, Ewan McGregor’mış. J.J. Abrams onu sırf o bir satırlık replik için İngiltere’ye stüdyoya çağırmış, o da Abrams’ı kırmamış ve bu kısa repliği seslendirmiş.


Star Wars evreninin yeni en şirin, en sempatik karakteri olan BB-8’in sesi ise iki kişi tarafından yaratılmış. Bunlardan ilki tabii ki J.J. Abrams. Diğeri ise bu sene karşımıza Trainwreck ile çıkan Amerikalı komedyen Bill Hader’mış. Hader ses için bir mikrofona konuştuktan sonra Abrams o sesleri bir makine ile çevirmiş ve BB-8’in sesi böyle yaratılmış.


Film kesinlikle çok çok iyi bir film ancak birkaç kusuru da yok değil. Ancak bu kusurlar ise filmi tek düşününce değil, filmi Star Wars çerçevesinde düşününce ortaya çıkıyor. Bunlar işte filmin hayranlar tarafından en çok eleştirilen yönleri oldular. Ben de bunlardan yani filmin eksik kalan noktalarından kısaca bahsetmeden geçmek istemedim. Bu noktalardan biri olarak filmin felsefi metinden yoksunluğunu gösterebilirim. Örneğin diğer filmlerde Yoda’yı düşünürseniz neyden bahsettiğimi anlayacaksınız. “İnanmadığın için başarısız oldun” gibi cümleleri vardı, bunları filme mükemmel bir şekilde dahil eden kişi George Lucas’tı tabi. Bu filmde gördük ki bu tür felsefi mesajları filme dahil etmek gerçekten zor bir işmiş.


George Lucas’ın çok iyi başardığı bir diğer şey de hikayeye siyasi arka planı dahil etmekmiş. Bu filmde bunu yapmak pek tercih edilmedi, bununla ilgili konular hep havada kaldı. Mesela prequel üçlemede siyasi arka plan oldukça fazlaydı. 20 dakikaya yakın süren senato görüşmeleri bölümü vardır çok da beğenilmeyen ama burada imparatorlukla ve Palpatine’nin güce gelişi ile ilgili çok şey öğreniriz. The Force Awakens ise bundan yoksundu. İlk Düzen kim, nasıl oluşmuş? Direniş neden var, Cumhuriyet’le olan ilişkisi tam olarak nasıl? Ve bunun gibi birçok soru yanıtsız bırakıldı. Böylece biz de o uzun süren ve bana da sıkıcı gelen senato görüşmelerinin değerini anladık.


Işın kılıcı düelloları da Star Wars denince akla gelen ilk şeylerden biridir. Bu filmde az gördüğümüz bir başka olay da buydu. Ancak birçok kişinin aksine bu bence filmin zayıf yönlerinden biri değil. Rey’in Kylo Ren’e her türlü karşı koymasını da sevdim ve eminim ki sonraki filmlerde müthiş ışın kılıcı düelloları olacaktır.


Filmin eksik kalan yönlerini bu kadar eleştirmişken güçlü yönlerinden, benim filmi bu kadar çok sevmemi sağlayan yönlerinden bahsetmemek olmaz tabi. İlk olarak filmin orijinal üçlemeyi andıran havayı yeni bir film olduğunu da belirterek yansıtmasını çok sevdim. Bu filmdeki bir başka güzel şey de J.J. Abrams’ın George Lucas’a karşı çok bariz bir şekilde üstün olduğu diyalog yazma becerisini oldukça iyi bir şekilde kullanması ve filme sürükleyicilik eklemesiydi. Ayrıca filmin mizahi yanı da oldukça kuvvetliydi, BB-8 ve Finn sayesinde özellikle. Bu da filme güzel bir hava katmıştı. En güçlü yönlerinden biri ise daha önce de değindiğim müthiş sinematografisi ve görsel efektleriydi tabii ki. Abrams bu açıdan da oldukça başarılı bir film yönetmiş. Abrams’ın müziklerde John Williams’la, senaryoda ise Lawrence Kasdan ile çalışması da çok iyi olmuş tabii ki.


Filmin oyuncularla ilgili tüm konularda da oldukça başarılı olduğunu söylememde de yarar var. Yeni kadrodaki herkes oldukça başarılı performans göstermişler. Özellikle ana karakterimiz Rey’i canlandıran Daisy Ridley’i ve baş kötümüzü Kylo Ren’i canlandıran Adam Driver’ın performanslarını çok başarılı buldum. Yeni kadro ile eski kadronun müthiş uyumu ve eski filmlere yapılan güzel ve biraz da saygı niteliğindeki göndermeler de ayrı bir güzeldi. Filmin en büyük artısı ise bence J.J. Abrams’ın da daha önce belirttiği kadın dostu bir seriye giriş filmi niteliği taşımasıydı. Diğer Star Wars filmlerinde olmayan feminist bir film olma özelliğe sahip olan bir filmdi The Force Awakens. Başta Rey olmak üzere Leia, Maz ve Captain Phasma gibi birçok karakter filmde önemli bir yere sahipti. Özellikle Rey oldukça güçlü bir karakter ve çok başarılı bir karakter olmuş. Rey başta Luke’a benzer bir karakter olarak karşımıza çıksa da Force’a ondan daha çabuk adapte olması, oldukça başarılı bir pilot olması ve çok iyi stratejiler geliştirebilmesi bu filmi kadın odaklı yeni seriye bağlama konusunda önemli bir faktör olmuş. Daisy Ridley’in hakkını fazlasıyla vermek lazım burada. Rey, gerçekten çok başarılı bir karakterdi, benim yeni favori karakterim bile olabilir hatta.


Sonuç olarak, bu yazımda The Force Awakens’i detaylı bir şekilde incelemeye ve olabildiğince her şeyden bahsetmeye çalıştım. Ben filmi anlayacağınız gibi çok sevdim. Hatta bu film benim için Star Wars filmleri sıralamasını değiştirecek kadar iyi bir film olmuş. Efsane serinin yeni üçlemesi oldukça heyecan verici bir şekilde başladı diyebilirim. Sizde bu filmi bir Star Wars hayranı olun olmayın kesinlikle izleyin. En azından Rey’in maceralarını görmek için, inanılmaz sinematografiye ve görsel efektlere şahit olmak için bu filmi izleyebilirsiniz. Yani sonuç olarak şimdiden gişe rekorlarını alt etmiş olan bu müthiş filmi izlemeniz için bir çok nedeniniz var. Bu arada alta filmin oyuncularının Star Wars müziklerini söylediği A Cappella var. Onu da izlemenizi tavsiye ederim gerçekten çok güzel olmuş. (Koymasam olmazdı.) (Filmin muhteşem fragmanını ise buradan ulaşabilirsiniz!)



3 yorum:

  1. Filmi izlemişçesine etkilendim yorumdan. Bu güne dek hiç bir serisini izlemediğim film ile ilk kez bu ne diye Migros alışveriş sonrası elime tutuşturulan 2 adet STAR VARS kartlarını sorduğum kasiyer kızın açıklamasıyla öğrendim. Karakterleri, efektleri ve müziği o kadar güzel anlatmışsınız ki ilk filmin ilk serilerini inceleyip fırsatta gidip izleyeceğim. Teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Bir star wars hayranı olarak ( kendimden bahsediyorum ) bu kadar güzel bir yazı görmedim film incelemesi kategorisinde. Mükemmel ya hissettiklerimin birebir aynısı. Serinin 8.filminide merakla bekleyen milyonların arasındayım. Keşke film daha erken çıksa yıllar sürmese ama kolay bir iş değil anlıyoruz. Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim güzel yorumlarınız için.

      Sil