Çok uzun zamandır çok heyecanla
beklediğim, Star Wars serisinin 7.
Filmi olan ve yeni üçlemenin de ilk filmi olma özelliğini taşıyan Star Wars: The Force Awakens sonunda çıktı. Ben de aylar önce aldığım biletle
filmi ilk gün izleyebildim. Filme konusu hakkında hiçbir şey bilmeden gittim,
sadece oyuncularını, senaristini falan biliyordum ama aylardır internette konusuyla
ilgili dolanan her türlü teoriden uzak durmayı başarmıştım. Bunun bir nedeni ise
filmle ilgili birçok büyük beklentimin oluşmamasını sağlamaktı çünkü daha önce
de yaşadığım gibi büyük beklentiyle bir filme girdiğimde bazen o filmi (ne
kadar iyi olursa olsun) yeterince sevmeyebiliyorum. Bu sene bunun bir
örneğini yaşadığımdan biliyorum. Ancak filme hiçbir beklentiyle gitmemiş olsam
da şunu söyleyebilirim ki sanırım bir film için hiç bu kadar heyecanlanmamıştım.
Filme girerken biraz heyecanlıydım zaten
ama Lucasfilm logosunu ve ardından gelen
o ikonik “A long time ago in a galaxy far,
far away…” yazısını görene kadar sonra da her filmdeki gibi Star Wars yazısının çıkmasıyla başlayan
o müthiş müziği duyup açılış yazıların akışını görene kadar heyecanım normal
seviyelerdeydi. Ama bunlar çıktıktan sonra o kadar heyecanlanmıştım ki çıkan
yazılara odaklanmam bile birkaç saniye sürdü düşünün yani. Film daha o ilk anda,
daha başlamadan içine çekmeyi başarmıştı beni. Bu arada şunu da belirteyim, The Force Awakens benim sinemada izleme
şansına eriştiğim ilk Star Wars
filmiydi ve gerçekten de müthişti! (O kadar sevdim ki bu yazıyı yazana kadar
ikinci kez izledim bile.)
Her zamanki gibi ilk olarak filmin
konusundan bahsetmek istiyorum. (Tabii ki şu noktadan sonra spoiler olacak,
ben sizi uyarayım da.) John Williams’ın
mükemmel müziği ile beraber açılışta akan yazıda görüyoruz ki Luke Skywalker ortadan kaybolmuş, imparatorluğun yerini İlk Düzen almış, prenses Leia İlk Düzen’in karşısında olan Direniş’te
general olarak liderlik etmekte ve en iyi pilotlarından birini de Luke’u bulmasına yarayacak bir ipucunu
aramaya Jakku adlı bir gezegene
göndermiş. Film de tam burada başlıyor zaten.
Direniş’teki en iyi pilotlardan
biri olan Poe, droidi BB-8 ile birlikte Jakku’ya gider ve burada Luke’u
bulmaya yarayacak bir haritaya ulaşır. Haritayı bulmak için köye gelen Stormtooper ordusu ve Kylo Ren ise haritayı almış olan Poe'yu yakalarlar ancak Poe, haritayı BB-8’e vermiş ve onu uzağa göndermiştir. BB-8 sonrasında ana karakterlerimiz Rey ile karşılaşır. Bu sırada İlk
Düzen’in üssüne götürülen Poe ise
FN-2187 adlı Stormtooper’ın yani Finn’in
yardımıyla üsten kaçar ancak sonra gemileri vurulup Jakku’ya düşerler ve Poe
kaybolur. Finn de sonrasında Rey ve BB-8 ile karşılaşır ve bu üçlü birlikte Jakku’ya gelen Stormtooper’lardan
kaçar ve gezegenden çıkarlar. Sonrasında ise Han Solo ve Chewbacca hikayeye
dahil olurlar ve onların liderliğinde asıl hikaye başlar. Konuyla paylaşacağım
diğer detayları karakterlerle ilgili yazacağım kısma sakladım. Ama önce biraz
yönetmenden, senaryodan, müziklerden ve görsel efektlerden bahsetmek istiyorum.
İlk olarak şunu belirtmeliyim ki J.J. Abrams gerçekten çok başarılı bir iş çıkarmış. Abrams, birçok Star Wars
fanı gibi benim de ilk duyduğumda biraz şüphe ettiğim bir kişiydi. Ancak sonra Star Trek gibi bir başka önemli seride
yaptıklarını düşündüm ve tamam aslında olabilir dedim. Vee sonuç olarak Abrams çok çok başarılı bir iş çıkarmış
bence. Bunda ekibindeki kişilerin de çok büyük payı var tabii. Abrams ve ekibi bu filmde ilk üçlemenin
izinden gitmişler. Hatta bazı açılardan filmin serinin ilk filmi A New Hope ile benzerlikleri gözden
kaçmayacak kadar çok.
Filmin senaristleri arasında seride Empire Strikes Back ve Return of the Jedi’ın da senaristliğini
üstlenmiş olan Lawrence Kasdan
vardı. Senaryonun A New Hope’la olan
benzerlikleri çoğu kişiye göre bir hata olarak görülse de bence bu bir pozitif
noktaydı. Bu tabi benim serideki favori filmimin A New Hope olmasından da kaynaklanıyor olabilir tabi ama şu da var
ki The Force Awakens ilk filmdeki
havayı zaman zaman hissetmemizi sağlarken bunun üstüne de koyarak ilerliyor. Hikayenin
A New Hope’a paralel gitmesi yeni
serinin eski seriye bağlanması açısından da iyi olmuş bence.
Filmin güçlü noktaları arasında ise görsel
efektlerini ve müziklerini gösterebilirim. Serinin orijinal üçlemesinde
kullanılan pratik görsel efekleri George
Lucas sayesinde çok başarılıydı ancak Lucas
prequel üçlemede efektleri tam ayarında kullanamamış, CGI’ı biraz fazla
kaçırmıştı ve bunun da etkisiyle ikinci üçlemedeki görsel efektler video
oyununu andırır bir haldeydi. Ancak bu filmde ilk üçlemedeki gibi pratik
efektler daha çok kullanılmıştı, günümüz teknolojisi ise tam tadındaydı. Hatta filmin en güçlü olduğu noktalardan birinin görsel
efektleri ve sinematografisi olduğunu rahatça belirtebilirim. (Öyle ki The Force Awakens En İyi Görsel Efekt
Oscarı için yarışacak filmlerin listesine girdi.)
Filmin müzikleri ise yine John Williams’a emanetti, hani o efsane
olmuş Star Wars müzikleri var ya
onların hepsini işte bu adam bestelemişti (jenerik müziği de bunlara dahil). Williams’ın müthiş işleri Star Wars’la da sınırlı değil tabi. Williams, Steven Spielberg’ün tüm
ikonik işlerine bunlara ek olarak Superman,
Harry Potter gibi işlere de müzik
yapmış bir kişi. Tüm bunlar yetiyor zaten John
Williams’ın gelmiş geçiş en iyi soundtrack bestecisi olduğunu anlatmaya.
Ancak şunları da söylemeden geçmeyeyim. John
Williams’ın bugüne kadar 5’ini kazandığı 49 Oscar adaylığı, 3’ünü kazandığı 6 Emmy adaylığı, 4’ünü kazandığı 25 Golden Globe adaylığı, 22’sini evine götürdüğü 65 Grammy adaylığı vardı. Peki bu filmdeki
müzikler nasıldı derseniz? Tek kelime ile müthişti! Benim en sevdiğim ise Rey’in olduğu sahnelerde çıkandı, Rey’s Theme. (En alta bu müthiş müzikleri
ekledim eğer siz de dinlemek isterseniz buyrun!)
Şimdi de gelelim asıl önemli kısma yani
oyunculara. İlk olarak şunu belirteyim, yeni kadroya tek kelimeyle bayıldım. Yeni
karakterlerin hepsi seriye hikayeye kusursuz bir şekilde dahil oluyorlar. Buna
ek olarak yeni karakterlerin eskileriyle olan uyumu da inanılmazdı kesinlikle. Seriye
yeni katılan droidimiz BB-8’in R2-D2 ve C-3PO ile arasındaki uyum, Finn
ve Rey ikilisinin Han Solo ve Chewbacca ikilisi ile uyumu gerçekten müthişti. Karakterlerden ve
onlarla ilgili olan tahminlerimden de biraz bahsetmek istiyorum. (Bu arada üstteki resim ilk paylaşılan cast resmiydi ve ortalığı alt üst etmişti bir anda!)
İlk olarak Rey ile başlayalım. Ana karakterimiz olan Rey’i Daisy Ridley
canlandırıyor. Ridley hakkında
bilmeniz gereken şey ise bu filmin kendisinin ilk uzun metraj filmi olduğu.
Ancak bu kesinlikle olumsuz bir nokta değil çünkü Ridley hareket ve mimikleriyle karakterini inanılmaz bir gerçeklikte
canlandırmış. Zaman zaman kendini belli eden aksanı ise ona ayrı bir hava, ayrı
bir sevimlilik katmış. Ama Rey
sevimli olduğu kadar güçlü de bir karakter. Film boyunca onun bir sürü
yeteneğini keşfediyoruz. Dövüş konusunda oldukça yetenekli mesela. Buna ek
olarak pilotluk konusunda da oldukça yetenekli bir karakter Rey, Millenium Falcon’la olan kaçış sahnesinde bunu açıkça görmüştük.
Ancak sonradan öğreniyoruz ki Rey, Force’a da yatkınmış. Hikayenin
sonlarına doğruda zaten hızlı bir şekilde Force’a
adapte oluyor. Bir yerde bir Stormtooper’a
“Jedi Mind Trick” yapıyor, sonra bir
yerde kötü adamımız olan Kylo Ren’e bile
kafa tutuyor mesela.
Filmin en çok eleştirilen noktalarından
biri de bu aslında. Şu sorular soruldu. Rey,
Force’u nasıl bu kadar hızlı öğrendi
de bir Ren Şövalyesi’ni yenecek hale
geldi? Birçok Jedi bunu yapamazken Rey nasıl yapabildi? Force’un Rey’de bu kadar güçlü olması onun pek de sıradan biri olmadığını
bize gösteriyor. Tam olarak neden böyle olduğunu ilerleyen filmlerde anlarız
diye düşünüyorum. Ben bir ara bunun nedenini güce denge getirecek kişi olayıyla
ilgili olduğunu bile düşündüm mesela. Hani prequel seride Anakin’in güce denge
getirecek kişi olduğu söylenmişti. Ancak Anakin karanlık tarafa geçince belki
de kehanet yanlış yorumlandı denmişti ya işte o yüzden belki de orada
bahsedilen kişi Rey’dir o yüzden bu
kadar güçlüdür dedim. Olabilir mi işte bunu ilerleyen filmlerde göreceğiz.
Rey’le ilgili çok
merak ettiğim şey ise ailesinin kim olduğuydu. Film boyunca sürekli bu konuda
farklı şey düşündüm. İlk başlarda dedim ki kesin Luke Skywalker’ın kızı,
sonra dedim yok yok kesin Han Solo
ve Leia’nın kızı diye. Ama baktım
kimse bahsetmiyor bu konudan dedim o zaman Han
Solo’nun kızı olamaz diye. En sonda yine Luke’un kızı olduğunu düşündüm. Bunun nedeni ise bir sahnede Maz’ın ışın kılıcını Rey’e uzatırken, bu Vader’ındı, sonra oğlu Luke’a geçti, şimdi sıra sende
demesiydi.
Şimdi gelelim filmdeki kötü adamımıza yani
Kylo Ren’e. Adam Driver’ın başarıyla canlandırdığı Kylo Ren, karizmatik bir kötüydü. Filmin başında bir blaster
durdurma sahnesi vardı ki hele müthişti. Dediğim gibi bazı sahnelerde Kylo Ren tam anlamıyla karizma olarak
zirve yaparken bazı sahnelerde ise isteneni veremiyor. Ama şu da var ki Kylo Ren gelişmekte olan bir karakter, hatta
daha eğitimini bile tamamlamamış olduğunu hatırlatmak lazım. Yani sonraki
filmlerde onu daha güçlü, daha karizmatik olarak görebiliriz.
Karizma anlamında zaman zaman eksikleri
olsa da Kylo Ren’in güzel bir
hikayesi var. Hatta filmde de birçok plot twist’in odak noktasındaydı. İlk
olarak Kylo Ren, Han ve Leia’nın oğluymuş hatta doğduğunda adı Ben Solo’ymuş. Luke da
yeğenini kurduğu Jedi topluluğuna
alıp eğitmeye başlamış ancak zaman içerisinde karanlık taraf Kylo Ren’in aklını çelmeyi başarmış. Ancak
bunun da nasıl olduğunu anlatılmadı. Ancak Kylo
Ren gidişi biraz farklı olacak gibi görünüyor. Karanlık tarafta başlasa da
son olarak aydınlığa gidecekmiş gibi duruyor. Leia’nın “İçinde hala aydınlık var” demesi de buna işaret ediyor
belki de. Kylo Ren’in de bir sahnede
Vader’in kaskına bakıp aydınlığa
çekildiğimi hissediyorum karanlık tarafın gücünü hissetmeme yardım et demesi de
bir başka ipucu olabilir.
Fakat şu da var ki Kylo Ren, Han’ın da
dediği gibi “İçine fazla Vader
kaçmış” bir karakter. Onun yolundan ilerlemeye çalışan, çok hırslı bir
karakter. Filmin en kritik sahnesinde yine sahnede o vardı. Star Wars serisinin belki de en kritik
sahnelerinden biri oldu diyebileceğim o sahnede Kylo Ren babasını yani Han
Solo’yu öldürdü… Hem de babası ona yardım etmek isterken yaptı bunu. İleride
ne olur bilinmez ama Kylo Ren
aydınlığa geçse bile Han’ı
öldürmesini nasıl affederim bilmiyorum.
Şimdi gelelim benim filmde en sevdiğim karakterlerden
birine, Poe Dameron’a. Karakteri canlandıran kişi Oscar Isaac’ti. Rolü kısa olsa da biraz Han Solo’yu andıran karizması ve sempatikliği ile birçok izleyiciyi
kendine hayran etmiştir diye düşünüyorum. Filmde ilk gördüğümüz karakterlerden
biri olan Poe, Leia’nın en çok güvendiği pilotlardan biri olarak karşımıza çıkıyor,
filmin sonlarına doğru ise X-Wing’le
tam anlamıyla bir şov yapıyor.
Filmin bir diğer önemli karakteri ise Finn’di. Finn aslında benim ilk şüpheyle yaklaştığım bir karakterdi ancak filmi
izleyince John Boyega'nın canlandırdığı Finn’i çok sempatik buldum
ve sevdim. Filme Stormtooper olarak başlayıp en çok değişim yaşayanlardan biri olan Finn, ilginç bir hikayeye de sahip gibi duruyor. Aynı Rey gibi soyadını bilmediğimiz bir
karakter olduğu için ilginç bir şeyler çıkacak gibi onunla ilgili. Mesela ben
bir ara Maz ona “Bunlar tanıdık
gözler. Sende kaçmak isteyen birilerinin gözünü görüyorum” dediğinde benim
aklıma Lando Calrissian gelmişti
direkt. Belki de onun oğludur diye düşündüm. Bunun cevabını da sonraki
filmlerde öğreneceğiz.
Filmin ana kötüsü Kylo Ren olsa da filmdeki iki karakter de oldukça dikkat
çekiciydiler: Yüce Lider Snoke ve General Hux. Andy Serkis’i canladırdığı Yüce
Lider Snoke her ne kadar kadim ve esrarengiz dursa da bir o kadar da
bilinmezdi onun hakkında hiçbir şey açıklanmadı film boyunca. Ayrıca onun Kylo’yu nasıl karanlık tarafa çektiğini
de bilmiyoruz. Tüm bunların cevabını sekizinci filmde öğrenebiliriz belki.
General Hux’ı
canlandıran Domnhall Gleeson’ın
performansını ise biraz abartılı bulanlar olacaktır ancak onun Stormtooper’lara yaptığı konuşma
yaptığı sahne bende Kylo Ren’in
bıraktığından daha fazla bir etki bıraktı. General
Hux’ın çok hırslı oluşu, Kylo Ren’i
sürekli küçümsemesi Snoke’la direk
bağlantılı olması da onu ilerleyen filmlerde daha güçlü bir şekilde
görebileceğimizi düşündürdü bana.
Şimdi gelelim orijinal seri kadrosuna: Han Solo, Chewbacca, Leia Organa, Luke Skywalker R2-D2 ve C-3PO’ya hatta Millenium
Falcon’a. Filmde C-3PO ile R2-D2 ise tam kıvamında verilmişlerdi
diyebilirim. Prenses Leia ise bu
filmdeki bir başka güçlü kadın karakterdi. Artık general olmuş ve İlk Düzen karşındaki Direniş’e liderlik ediyordu. Oğullarının
karanlık tarafa geçmesi nedeniyle ise Han’la
ayrı düşmüşlerdi ve yine de birlikte oldukları her sahne de neredeyse beni hüzünlendirdi.
Leia’nın oğluna olan inancı ise tam
olarak Luke’un Vader’a olan inancına benziyordu. Ancak Kylo Ren'in Han’a yaptığı şey gerçekten affedilecek şey değildi. O sahne beni
gerçekten çok üzdü çünkü Han Solo
benim favori karakterim olmuştur hep.
Sıra geldi filmin gizli kahramanına,
Han Solo’ya. Dediğim gibi Han Solo benim en sevdiğim karakterdir.
Filmdeki favori sahnelerimden birinde de o vardı zaten. Chewie’ye “We’re home”
dediği sahne ile hikayeye dahil olan Han
Solo’nun o sahnenin devamında pilot bölümüne gitmesi ve oradaki o gülüşü
benim filmde en sevdiğim anlardan biriydi. O sahne bana tam olarak ilk filmi
hatırlattı. Han Solo’nun Chewbacca ile olan uyumu da beni ayrı
bir mutlu etti. Rey ve Finn ile olan ilişkisi ise ayrı güzeldi
zaten. Yani sonuç olarak Han Solo
benim hala en sevdiğim karakter bu filmle birlikte onu daha bir sevdim. Sonraki
filmlerde onu çok özleyeceğim kesin. İşte hem bu filmde hem diğerlerinde Han Solo karakterini mükemmel bir
şekilde canlandırdığı ve bize çok sevdirdiği için Harrison Ford’a ayrı bir teşekkür etmek lazım. Bence başka kimse Han Solo’ya bu kadar uymazdı.
Orijinal serideki kadro arasında en merak
ettiğim karakter ise Luke’tu ancak
en az görülen de oydu. Her ne kadar Luke’u
daha çok görmeyi istesem de onun gizem faktörü olarak sona saklanması da bir
anlamda iyi olmuştu. Tüm film boyunca Luke’u
merak etmiştim ve onu o son sahnede kısaca görmek bile yetti bana bir bakıma.
Onun Rey’e olan bakışları bile çok
anlamlıydı. Mark Hamill o sahneyi
bile çok iyi oynamıştı. Yine de Luke’a
ne oldu, o kadar uzun zamandır orda ne yapıyor bunlar büyük soru işaretleri.
Filmin az görünen ama dikkat çeken iki
karakteri ise Maz Kanata ile Captain Phasma’ydı. Lupita Nyong'o’nun
canlandırdığı Maz özellikle Luke’un ışın kılıcını alması ve Rey ile olan o anlamlı konuşmasıyla
dikkat çekmişken, Gwendoline Christie
ise İlk Düzen’de önemli bir yerde
olacakmış gibi duruyordu. İkisini de sonraki filmlerde önemli yerlerde
göreceğiz bence.
Filmdeki en dikkat çeken karakter ise BB-8 olmuştur bence. Aşırı şirin ve
sempatik tavırları ile favori karakterlerimden biri olmayı daha ilk sahneden
başardı BB-8. Hareketleri oldukça
insansı ve komik olduğu için çok sempatik olan bir karakterdi. Artık evrenin en
sempatik varlığı R2-D2 değil sanırım.
Filmin açık ara en sevimli karakteri olan BB-8,
Finn ile birlikte de filmin komedi
dengesini sağlamıştı ayrıca.
Filmde olan ama muhtemelen fark
etmediğiniz birkaç kişiden bahsetmek istiyorum. Bunlardan en önemlisi bence
aylar önce film setinde görülüp sonrada filmde olacağı yalanlanan Daniel Craig namı diğer James Bond. Eee koskoca Bond hangi roldeymiş derseniz işte
cevabınız: Craig filmde bir Stormtooper’ı canlandırmış. Öyle sıradan
bir Stormtooper da değil. Rey’in Jedi Mind Trick
uyguladığı Stormtooper’mış yani
sesini bile duymuşuz Craig’in. Ben
ilk izleyişimde fark etmemiş olsam da bunu öğrendiğim için ikinci izleyişimde fark
ettim Craig’in sesini.
Filmde olan ve fark etmemenizin muhtemel
olduğu bir diğer karakter ise Obi Wan
Kenobi’ydi. Kenobi’nin sesi de Rey’i ışın kılıcını eline alıp flashback
yaşadığı sahnenin sonunda duyuluyordu. Buradaki Kenobi, Ewan McGregor’mış.
J.J. Abrams onu sırf o bir satırlık replik için İngiltere’ye stüdyoya çağırmış,
o da Abrams’ı kırmamış ve bu kısa
repliği seslendirmiş.
Star Wars evreninin
yeni en şirin, en sempatik karakteri olan BB-8’in
sesi ise iki kişi tarafından yaratılmış. Bunlardan ilki tabii ki J.J. Abrams. Diğeri ise bu sene karşımıza Trainwreck ile çıkan Amerikalı komedyen Bill Hader’mış. Hader
ses için bir mikrofona konuştuktan sonra Abrams
o sesleri bir makine ile çevirmiş ve BB-8’in
sesi böyle yaratılmış.
Film kesinlikle çok çok iyi bir film ancak
birkaç kusuru da yok değil. Ancak bu kusurlar ise filmi tek düşününce değil,
filmi Star Wars çerçevesinde
düşününce ortaya çıkıyor. Bunlar işte filmin hayranlar tarafından en çok
eleştirilen yönleri oldular. Ben de bunlardan yani filmin eksik kalan
noktalarından kısaca bahsetmeden geçmek istemedim. Bu noktalardan biri olarak
filmin felsefi metinden yoksunluğunu gösterebilirim. Örneğin diğer filmlerde Yoda’yı düşünürseniz neyden
bahsettiğimi anlayacaksınız. “İnanmadığın için başarısız oldun” gibi cümleleri
vardı, bunları filme mükemmel bir şekilde dahil eden kişi George Lucas’tı tabi. Bu filmde gördük ki bu tür felsefi mesajları
filme dahil etmek gerçekten zor bir işmiş.
George Lucas’ın çok
iyi başardığı bir diğer şey de hikayeye siyasi arka planı dahil etmekmiş. Bu filmde
bunu yapmak pek tercih edilmedi, bununla ilgili konular hep havada kaldı.
Mesela prequel üçlemede siyasi arka plan oldukça fazlaydı. 20 dakikaya yakın
süren senato görüşmeleri bölümü vardır çok da beğenilmeyen ama burada
imparatorlukla ve Palpatine’nin güce
gelişi ile ilgili çok şey öğreniriz. The
Force Awakens ise bundan yoksundu. İlk
Düzen kim, nasıl oluşmuş? Direniş
neden var, Cumhuriyet’le olan
ilişkisi tam olarak nasıl? Ve bunun gibi birçok soru yanıtsız bırakıldı.
Böylece biz de o uzun süren ve bana da sıkıcı gelen senato görüşmelerinin
değerini anladık.
Işın kılıcı düelloları da Star Wars denince akla gelen ilk
şeylerden biridir. Bu filmde az gördüğümüz bir başka olay da buydu. Ancak birçok
kişinin aksine bu bence filmin zayıf yönlerinden biri değil. Rey’in Kylo Ren’e her türlü karşı koymasını da sevdim ve eminim ki sonraki
filmlerde müthiş ışın kılıcı düelloları olacaktır.
Filmin eksik kalan yönlerini bu kadar
eleştirmişken güçlü yönlerinden, benim filmi bu kadar çok sevmemi sağlayan
yönlerinden bahsetmemek olmaz tabi. İlk
olarak filmin orijinal üçlemeyi andıran havayı yeni bir film olduğunu da
belirterek yansıtmasını çok sevdim. Bu filmdeki bir başka güzel şey de J.J. Abrams’ın George Lucas’a
karşı çok bariz bir şekilde üstün olduğu diyalog yazma becerisini oldukça iyi
bir şekilde kullanması ve filme sürükleyicilik eklemesiydi. Ayrıca filmin
mizahi yanı da oldukça kuvvetliydi, BB-8
ve Finn sayesinde özellikle. Bu da
filme güzel bir hava katmıştı. En güçlü yönlerinden biri ise daha önce de değindiğim
müthiş sinematografisi ve görsel efektleriydi tabii ki. Abrams bu açıdan da oldukça başarılı bir film yönetmiş. Abrams’ın müziklerde John Williams’la, senaryoda ise Lawrence Kasdan ile çalışması da çok
iyi olmuş tabii ki.
Filmin oyuncularla ilgili tüm konularda da
oldukça başarılı olduğunu söylememde de yarar var. Yeni kadrodaki herkes
oldukça başarılı performans göstermişler. Özellikle ana karakterimiz Rey’i canlandıran Daisy Ridley’i ve baş kötümüzü Kylo
Ren’i canlandıran Adam Driver’ın
performanslarını çok başarılı buldum. Yeni kadro ile eski kadronun müthiş uyumu
ve eski filmlere yapılan güzel ve biraz da saygı niteliğindeki göndermeler de ayrı
bir güzeldi. Filmin en büyük artısı ise bence J.J. Abrams’ın da daha
önce belirttiği kadın dostu bir seriye giriş filmi niteliği taşımasıydı. Diğer Star Wars filmlerinde olmayan feminist
bir film olma özelliğe sahip olan bir filmdi The Force Awakens. Başta Rey
olmak üzere Leia, Maz ve Captain Phasma gibi birçok karakter filmde önemli bir yere sahipti.
Özellikle Rey oldukça güçlü bir
karakter ve çok başarılı bir karakter olmuş. Rey başta Luke’a benzer
bir karakter olarak karşımıza çıksa da Force’a
ondan daha çabuk adapte olması, oldukça başarılı bir pilot olması ve çok iyi
stratejiler geliştirebilmesi bu filmi kadın odaklı yeni seriye bağlama
konusunda önemli bir faktör olmuş. Daisy
Ridley’in hakkını fazlasıyla vermek lazım burada. Rey, gerçekten çok başarılı bir karakterdi, benim yeni favori
karakterim bile olabilir hatta.
Sonuç olarak, bu yazımda The Force Awakens’i detaylı bir şekilde
incelemeye ve olabildiğince her şeyden bahsetmeye çalıştım. Ben filmi
anlayacağınız gibi çok sevdim. Hatta bu film benim için Star Wars filmleri sıralamasını değiştirecek kadar iyi bir film
olmuş. Efsane serinin yeni üçlemesi oldukça heyecan verici bir şekilde başladı
diyebilirim. Sizde bu filmi bir Star
Wars hayranı olun olmayın kesinlikle izleyin. En azından Rey’in maceralarını görmek için, inanılmaz
sinematografiye ve görsel efektlere şahit olmak için bu filmi izleyebilirsiniz.
Yani sonuç olarak şimdiden gişe rekorlarını alt etmiş olan bu müthiş filmi izlemeniz
için bir çok nedeniniz var. Bu arada alta filmin oyuncularının Star Wars müziklerini söylediği A Cappella var. Onu da izlemenizi
tavsiye ederim gerçekten çok güzel olmuş. (Koymasam olmazdı.) (Filmin muhteşem fragmanını ise buradan ulaşabilirsiniz!)
Filmi izlemişçesine etkilendim yorumdan. Bu güne dek hiç bir serisini izlemediğim film ile ilk kez bu ne diye Migros alışveriş sonrası elime tutuşturulan 2 adet STAR VARS kartlarını sorduğum kasiyer kızın açıklamasıyla öğrendim. Karakterleri, efektleri ve müziği o kadar güzel anlatmışsınız ki ilk filmin ilk serilerini inceleyip fırsatta gidip izleyeceğim. Teşekkürler
YanıtlaSilBir star wars hayranı olarak ( kendimden bahsediyorum ) bu kadar güzel bir yazı görmedim film incelemesi kategorisinde. Mükemmel ya hissettiklerimin birebir aynısı. Serinin 8.filminide merakla bekleyen milyonların arasındayım. Keşke film daha erken çıksa yıllar sürmese ama kolay bir iş değil anlıyoruz. Teşekkürler
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim güzel yorumlarınız için.
Sil