Sinema dünyasının en önemli, en prestijli
ödülleri olan 88. Akademi Ödülleri Pazar günü yapılan törenle
sahiplerini buldu. Benim de merakla beklediğim 88. Oscar ödül töreninde tarihe geçen anların, uzun zamandır beklenen
sonuçların yanında beklenmedik sonuçlar da yaşandı. Ancak sanırım gecenin en
önemli ve en dikkat çeken özelliği ırkçılık ve ayrımcılık başta olmak üzere,
LGBT, küresel ısınma ve üniversitelerde meydana gelen taciz olayları ile ilgili
birçok sosyal içerikli mesajın varlığıydı. Sunucuların ve ödül kazananların
büyük bir çoğunluğu konuşmalarını bu gibi konulara ayırdı.
Bu sene Oscar’da önemli kategorilerde siyahi adayların azlığı yani göz ardı
edilmeleri büyük bir ırkçılık tartışmasına sebep olmuştu. Bu sene özellikle Idris Elba’ın Beasts of No Nation’deki,
Michael B. Jordan’ın Creed’deki
başarılı performanslarına rağmen es geçilmeleri çokça konuşulmuştu. Bu konudaki
tartışmalar sadece bununla kalmamış; başta Jada
Pinkett Smith ve Will Smith olmak üzere birçok isim Akademi’yi siyahi adayların göz ardı
edilmesi nedeniyle protesto etmiş ve hatta bazıları da törene
katılmayacaklarını açıklamışlardı.
Gecede sunuculuk yapan Chris Rock ise açılış konuşmasının büyük
bir kısmını #OscarsSoWhite konusuna
ayırdı zaten. Açılış monoloğunda neden töreni boykot etmediğini açıklarken töreni
boykot eden isimleri de esprili bir dille eleştirdi. Rock, tören boyunca konuşmasının ve esprilerinin büyük kısmını da ırkçılık
konusuna ayırdı. Tören boyunca birçok konuşmacının da ırkçılık ve ayrımcılık
gibi söylemlerin üzerinde durması gecenin oldukça tartışmalı geçmesine neden
oldu. Ancak törenin böyle tartışmalı geçeceği aylar önce daha adaylar
açıklandığında belli olmuştu da zaten.
Birçok sürprizin ve tarihi anın yaşandığı
törende en akılda kalan şey çok nettir muhtemelen: Leonardo DiCaprio çok uzun zamandır beklenen ilk Oscar’ını sonunda alması oldu. 23 yıl
boyunca 5 kez Oscar’a aday olmuş
ancak her seferinde törenden eli boş dönmüş olan Leo’nun bu sene ödülün en büyük favorisi olarak gösteriliyordu. Leo, 1993 yılında daha henüz 19 yaşındayken What's Eating Gilbert Grape filmi ile ilk Oscar adaylığını En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında elde etmişti.
2005 yılında ise Martin Scorsese’nin yönettiği Aviator
filmi ile En İyi Erkek Oyuncu dalında adaylık kazanan Leo, filmdeki rolüyle Altın
Küre kazanmayı başarsa da Oscar’ı
kazanamamıştı. Ancak 11 dalda Oscar
adaylığı kazanmış olan Aviator ise törenden
6 ödülle dönerek büyük bir başarı yakalamıştı. Leo daha sonra Blood Diamond’daki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu
dalında bir adaylık daha elde etmişti. Leo
son olarak ise 2014 yılında yılın en
dikkat çeken filmlerinden biri olan The
Wolf of Wall Street’le En İyi Erkek Oyuncu dalında adaylık kazanmıştı ki bu
filmde de Scorsese ile çalışmıştı. Bu
filmdeki rolüyle de Altın Küre
kazanmayı başaran Leo, Oscar’ı filmdeki rol arkadaşı olan Matthew McConaughey’e kaptırmıştı.
Başarılı aktör bu sene Alejandro G. Inarritu’nun yönettiği The Revenant’taki olağanüstü
performansı ile ilk Oscar’ını kazanmayı
başardı. Hugh Glass rolüyle BAFTA ve Altın Küre de kazanmayı başaran Leo, ödülü kabul ederken yaptığı konuşmasıyla da neden onu bu kadar
sevdiğimizi bize bir kez daha hatırlattı sanırım. Konuşmasında küresel ısınmaya
dikkat çeken Leo şunları söyledi: "Diriliş,
bir adamın doğaya karşı mücadelesini konu alıyor. 2015 dünyanın geçirdiği en sıcak yıldı. Film çekerken kar
bulabilmek için gezegenin en güney kısmına gitmek zorunda kaldık. İklim
değişikliği gerçek, şu anda yaşanıyor. Tüm türlerin karşısındaki en büyük
tehdit. Birlikte çalışmalı ve büyük firmalar için değil tüm insanlık, yerliler
ve bu değişiklikten en çok etkilenen milyarlarca insan için konuşan liderlere
destek vermeliyiz. Çocuklarımızın çocukları için, sesi hırs politikası
tarafından boğulmuş olanlar için. Bu muhteşem ödül için hepinize teşekkür
ediyorum."
İlk Oscar’ını
kazanıp törene damga vuran Leonardo
DiCaprio ile ilgili söylenecek daha çok şey var tabii. Birçok aktörün
aksine Leo her zaman çok başarılı filmlerde
oynadı ve çok da başarılı performansları oldu. Oscar adaylığı elde ettiği filmlerin yanında Titanic, Inception, Shutter Island, Catch Me If You Can,
The Departed ve Django Unchained gibi filmleri aklıma gelen
müthiş filmlerinden sadece birkaçı. Gecenin en akılda kalan anlarından biri de Leo’nun yakın arkadaşlarından biri olan
Kate Winslet ile minik bir Titanic
buluşması yaşaması olmuştu. Bu ikiliyi bu sene bir kez daha beraber görmek ben
de dahil birçok kişiyi sevindirdi sanırım, ikili törenin en dikkat çeken
ikilisi oldular da zaten.
Peki ya En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ı kime gitti? O da ödülü en hak
eden kişiye gitti kesinlikle. Bu sene ilk adaylığını kazanan Brie Larson, beklenildiği üzere ödülü kazanmayı başardı. Tıpkı Leo gibi Brie de Oscar öncesi
ödül sezonunda BAFTA, Altın Küre, SAG Ödülü gibi büyük ödüllerin hepsini kazanmayı başarmıştı ve burada
kazanmaması çok büyük bir şok olurdu zaten. Ayrıca Brie Larson, Oscar, Altın Küre ve BAFTA
üçlemesi yapan az sayıdaki ismin arasına da girerek büyük bir başarı elde etmiş
oldu. Lenny Abrahamson’ın yönettiği Room filmindeki muhteşem performansı
sayesinde tüm bu ödülleri kariyerinde ilk kez kazanan Larson, kariyerine daha 7 yaşında iken The Tonight Show with Jay Leno’daki bir skeç ile başlamış. Gerçek
adının (Brianne Sidonie Desaulniers) telaffuzu zor olduğu için Brie Larson’ı kullanan Brie,
ayrıca müzisyen de. Gençken çıkardığı bir albümü var hatta ancak o alanda
oyunculuktaki kadar büyük bir başarı yakalayamamış.
Son birkaç yılda
rol aldığı 21 Jump Street, Don Jon, Short Term
12, The Spectecular Now, The Gambler, Trainwreck gibi filmlerle tanımış
olabileceğiniz Larson’nın kariyerinde oynadığı film sayısı ise 27’miş ki
Leonardo DiCaprio’nun kariyerinde 26 filmi vardı yani ondan bir fazlası da
var. Larson’ın yer aldığı filmler arasında en çok övgü aldığı film ise 2013
yılında çıkan Short Term 12’ti. O filmle birçok ödül ve
adaylık da elde eden Larson, Room’la o başarısının da çok üzerine
çıktı hiç kuşkusuz. Ayrıca Brie bence oldukça başarılı bir oyuncu
olmasının yanında Hollywood’daki en eğlenceli, en sıcakkanlı ve en tatlı
kişilerden de biri. Room’daki rol arkadaşı Jacob Tremblay’le
olan sevimli ilişkisinin yanında eğlenceli, komik ve samimi röportajları onun
sevmenizi sağlar bence (benim sevmemi sağladı mesela). Brie’yi ileride
çokça göreceğimiz de kesin açıkçası ben ilerideki işlerini (müzik veya sinema
dalında) merakla ve heyecanla bekliyorum.
En İyi Yardımcı
Erkek Oyuncu kategorisi ise en sürprize açık kategoriydi sanırım çünkü tüm
adaylar çok iyi performanslar göstermişlerdi. Tom Hardy, Mark Rylance,
Mark Ruffulo, Christian Bale ve Sylvester Stallone’nin
adaylar arasında olduğu kategoride ödülü kazanan Mark Rylance oldu. Steven
Spielberg’ün yönettiği Bridge of Spies filmindeki rolüyle oldukça sevilen
Rylance’ın ödülü kazanması benim için biraz şaşırtıcı oldu açıkçası
çünkü Altın Küre’yi aldıktan sonra Stallone’nin burada da
onurlandırılabileceğini düşünmüştüm. Gerçi benim bu kategorideki kişisel favorim
ise en sevdiğim oyunculardan biri olan Tom Hardy’di.
En İyi Yardımcı
Kadın Oyuncu dalında kazanan ise yine kısmen şaşırtıcıydı benim için. Ödüle
uzanan The Danish Girl’de ilk cinsiyet değiştirme ameliyatı geçiren Lili
Elbe’nin eşi Gerda Wegener’ı canlandıran Alicia Vikander,
filmdeki başarılı rolüyle ilk Oscar’ını elde etmeyi başardı. Bu sene
çıkan Ex Machina’da da oldukça başarılı bir performans sergileyen Vikander
böyle başarılı performanslar göstermeye devam edecek gibi görünüyor. Açıkçası
benim bu sene bu kategorideki favorim adaylar arasında bile olmayan Kristen
Stewart’ı Clouds Of Sils Maria’daki rolüyle bu kategorideki
neredeyse tüm eleştirmen ödüllerini kazanıp ödül sezonuna damga vurmuş olan Stewart,
üç büyük ödülde ise göz ardı edilmiş (Oscar, Altın Küre ve BAFTA)
ve adaylık kazanamamıştı. Ancak Stewart çok başarılı performansı ile
Fransız Oscar’ı da denen Cesar Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Kadın
Oyuncu dalında ödül kazanmayı başarmış ve Cesar kazanan ilk Amerikalı
olarak tarihe geçmişti.
4 başarılı
performansla oyunculuk dalındaki ödülleri alan Leonardo DiCaprio, Brie
Larson, Mark Rylance ve Alicia Vikander tören sonrasında
ise ödülleriyle şu şekilde objektife yansıdılar. Bu dörtlü arasında ödül
kazanmasına en sevindiğim kişi ise garip bir şekilde Leonardo DiCaprio
değil de Brie Larson oldu.
En İyi Yönetmen dalında
ödülü kazanmayı başaran kişi ise The Revenant’ın yönetmeni Alejandro
Gonzalez Inarritu oldu. Geçen sene Birdman’le üç büyük ödülü
(En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo) kazanarak Oscar’ı
domine etmiş olan Inarritu, The Revenant’la bir kez daha En İyi
Yönetmen ödülünü kazanarak bu başarısını devam ettirmiş oldu. Inarritu, bu
dalda üst üste ikinci kez Oscar kazanarak John Ford ve Joseph
L. Mankiewicz’den sonra bunu yapmayı başaran 3. kişi olarak tarihe geçti. Hatta
Inarritu, En İyi Yönetmen dalında iki sene üst üste ödül kazanmayı tam
65 yıl sonra başaran ilk yönetmen oldu. Inarritu’yu çok başarılı bulsam
da ödülü Mad Max: Fury Road gibi eşi benzeri bulunmaz bir başyapıtı ortaya
çıkaran George Miller’ın almasını çok isterdim. The Revenant
müthişti belki ancak Mad Max: Fury Road apayrı bir filmdi.
Birçok rekor ve
tarihi an yaşandı demiştim bu sene ancak en önemlisi de görüntü yönetmeni Emmanuel
Lubezki’nin En İyi Sinematografi dalında üst üste üçüncü Oscar’ını
kazanması oldu. 2014’te Gravity, 2015’te Birdman ve
bu sene de The Revenant’la En İyi Sinematografi ödülünü kazanan Lubezki,
bu ödülü üst üste 3 sene kazanmayı başaran ilk görüntü yönetmeni olarak tarihe
geçti. 3 filmi de gerçekten çok severim ve Lubezki de önce Alfonso
Cuaron (Gravity) sonra da Alejandro G. Inarritu (Birdman
ve The Revenant) ile gerçekten müthiş işler ortaya çıkarmıştı. Lubezki’nin
ödülü kazanmasının sonucu olarak başarılı görüntü yönetmeni Roger Deakins,
En İyi Sinematografi dalındaki 13. adaylığında da ödüle ulaşmayı başaramadı. Ödülü
üst üste 3. kez Lubezki’ye kaptıran Deakins, bu sene ödülü Sicario
ile aday olmuştu ki başarılı filmin en iyi özelliği de müthiş
sinematografisiydi.
Leonardo DiCaprio’nun 23 yıllık Oscar
macerasının sona ermesi ve ödüle kavuşması ne kadar konuşulduysa en az onun
kadar konuşulması gereken bir isim daha vardı bu sene. O isim ise En İyi Özgün
Müzik dalında Oscar’ı kazanmayı başaran İtalyan besteci Ennio Morriconne.
Belki de Morriconne’yi hiç duymamıştınız ancak kendisi tüm zamanların en
başarılı film müzisyenlerinden biridir. Western tarzındaki filmler için yaptığı
müziklerle daha çok bilinen Morriconne, 37 yılın ve 5 adaylığın sonunda
kariyerinin ilk Oscar’ını 87 yaşında Quentin Tarantino’nun
yönettiği The Hateful Eight için elde etti. Seven sevmeyen herkesin çok
iyi bildiği The Good, The Bad and The Ugly’nin efsaneleşmiş müziğinin de
bestecisi olan Morriconne; Days of Heaven (1978), The
Untouchables (1987), Bugsy (1991) ve Malena (2000)
ile aynı dalda Oscar’a aday olmuştu. Usta besteci 2007’de ise Akademi’den
Onur Ödülü almıştı. Aynı kategoride Morriconne ile birlikte tüm
zamanların en iyi film bestecilerinden biri olan John Williams da vardı.
O da Star Wars: The Force Awankens’ın müthiş müziği ile aday olmuştu. İkisi
de çok iyiydiler ancak Morriconne’nin sonunda ödülü kazanması gerçekten
çok güzeldi.
En Özgün Şarkı
dalında da biraz beklenmeyen bir sonuç çıktı. Bu dalda Lady Gaga, Amerika’daki
üniversitelerde meydana gelen taciz ve tecavüzleri konu alan The Hunting
Ground adlı belgesel için yazdığı Til It Happens To You (Sizin
başınıza gelene kadar) adlı parçası ödüle en yakın isim olarak görünüyordu. Kollarında
“Yalnız değilsin”, “Suçlu değilsin”, “Senin hatan değil” gibi sloganlar yazılı
olan mağdurlar ile birlikte sahneye çıkan ve bu parçayı seslendiren Lady
Gaga tüm salona duygusal anlar yaşattı ve performansının ardından ayakta
alkışlandı. Özellikle bu performansın ardından Lady Gaga’nın ödülü
almasına kesin gözüyle bakılırken ödül Sam Smith’e gitti.
Son Bond
filmi Spectre için yazdığı Writing’s on the Wall ile ödülü
kazanan Sam Smith, başlarda bu şarkı için çok eleştirilmiş olsa da şarkı
için Altın Küre’den sonra Oscar da kazanarak tüm bu eleştirilerin
yersiz olduğunu da göstermiş oldu. Ayrıca Smith’in Writing’s on the
Wall’u Adele’in Skyfall’undan sonra Oscar kazanan
ikinci Bond şarkısı da olmuş oldu. Bence Sam Smith bu ödülü çok hak
ederek kazandı. Writing’s on the Wall en iyi Bond şarkılarından
biri kesinlikle.
Günün en büyük
sürprizlerinden biri ise Ex Machina’dan geldi. Benim de yaptığım listede
yılın en iyi filmlerinden biri olarak gösterdiğim Ex Machina, bu
sene En İyi Özgün Senaryo ve En İyi Görsel Efekt dallarında olmak üzere iki
dalda Oscar’a aday gösterilmişti. Başrolünden En İyi Yardımcı Kadın
Oyuncu dalında Oscar’ı kazanan Alicia Vikander’ın olduğu Ex
Machina, senaryo dalında ödülü başkasına kaptırsa da beklenmedik bir
şekilde En İyi Görsel Efekt dalında ödülü kazanmayı başardı. Filmin görsel
efektleri gerçekten inanılmazdı ancak bu dalda çok güçlü başka adaylar da vardı
o yüzden ödülü kazanması biraz şaşırtıcıydı.
En İyi Yabancı
Film dalında ise hayal kırıklığı yaşadım diyebilirim. Mustang’in Fransa
adına yarşıtığı kategoride ödül Macaristan’ın adayı olan Son of Saul’a
gitti. Bu kategoride ön plana Son of Saul ve Mustang çıkıyordu
zaten. Ödülü 2015’te Cannes Film Festivali’nde en prestijli
ikinci ödül olan Grand Prix’yi kazanan Son of Saul kazandı. Son
of Saul, bu dalda Oscar’a aday olan dokuzuncu Macar yapımı film
olmasının yanında ödülü kazanan ilk Macar yapımı film oldu.
Bu seneki
filmler arasında kadın yönetmene (Deniz Gamze Ergüven) sahip tek film olan ve
tıpkı Son of Saul gibi izleyen herkesi çok etkileyen Mustang,
belki burada ödüle uzanamadı ancak yine de çok büyük bir başarı elde ettiğini
söylemek gerek. Mustang, burada kazanamasa da bu sene Fransız Oscar’ı
denilen Cesar Ödülleri’nde En İyi Özgün Senaryo, En İyi Kurgu, En
İyi Müzik ve En İyi İlk Film dallarında olmak üzere toplamda 4 ödül kazanıp
geceye damgasını vurmuştu.
Benim için yılın
en iyi filmlerinden biri olan Pixar yapımı Inside Out ise En İyi
Animasyon dalında ödülünü beklenildiği gibi kazandı. Etkileyici senaryosu,
inanılmaz güzel karakter tasarımları ve müthiş seslendirmeleriyle yılın en
eğlenceli, en etkileyici filmlerinden biri olan Inside Out’un ödülü
almasına gerçekten çok sevindim. Bence başka kategorilerde de adaylık elde edebilecek
kadar iyi bir yapımdı ve benim de en sevdiğim animasyonların arasında girmişti
bir anda.
Gecenin en büyük
sürprizi ise en büyük ödülde geldi bence. En İyi Film Ödülü’nün kazananı Spotlight
oldu. Eleştirmenlerin çok sevdiği ve çok ödül de verdiği Spotlight, önce
En İyi Özgün Senaryo ödülünü sonra da En İyi Film ödülünü alarak geceye
damgasını vurdu. Üç büyük ödülden (En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün
Senaryo) ikisini alan Spotlight, 1952 yılındaki The Greatest
Show on Earth’ten beri üç ödül kazanmadan En İyi Film Oscar’ı
kazanan ilk film oldu ve böylece üç ödül kuralını yıkıp tarihe geçti. Geçen
sene En İyi Film ödülü alan Birdman ise üç ödülü de kazanmıştı.
Etkileyici
hikayesi ve oyunculukları olan Spotlight bence de yılın en iyi
filmlerinden biriydi ancak kesinlikle en iyisi değildi. The Boston Globe
gazetesindeki Katolik Kilisesi'nin çocuk tacizleri ve istismarıyla ilgili
haberler yapan Spotlight ekibini konu edinen Spotlight, En İyi
Film kategorisindeki filmler arasında en durağan olanıydı bence. Büyük ödülün sinematik
açıdan oldukça sade olan Spotlight’a verilmesi hem de yönetmen ödülü verilmemişken
verilmesi beni biraz şaşırttı. Mesela geceden tek ödülle dönen (En İyi Uyarlama
Senaryo) The Big Short sinematik açıdan daha etkileyici bir yapımdı
bence. Ödülü onun kazanması beni daha az şaşırtabilirdi muhtemelen. Ancak tabi
şunu da belirteyim, Spotlight her ne kadar sinematik anlamda müthiş bir
deneyim yaşatmasa da yapmak istediğini oldukça sade bir anlatımla ve başarılı
performanslarla çok doğru şekilde yapmayı başarmıştı.
Peki ya ben
hangi filmin kazanması gerektiğini düşünüyordum. E tabii ki de Mad Max: Fury
Road’un! Daha önceki yazılarımda da çokça bahsettiğim ve övdüğüm bu olağanüstü
başyapıt bence sadece bu senenin değil tüm zamanların en iyi filmlerinden
biriydi. Ayrıca gecenin de en büyük kazananıydı aslında. Teknik ödüllerin neredeyse
hepsini kazanmayı başaran Mad Max: Fury Road; En İyi Kurgu, En İyi
Kostüm Tasarımı, En İyi Makyaj ve Saç, En İyi Ses Kurgusu, En İyi Ses Miksajı
ve En İyi Set Tasarımı dallarında olmak üzere toplamda tam 6 ödül kazanarak
geceye damgasını vurdu.
Teknik
ödüllerdeki bu başarısının ardından yönetmen ve film ödülü için de
heyecanlanmıştım aslında ancak o ödüller Inarritu ve Spotlight’a
gitti. Büyük ödülleri kazanamamış olsa da 6 ödülle gecenin en büyük kazananı
olan Mad Max: Fury Road, bu ödülleriyle Avustalya tarihine geçmeyi de
başardı. Kazandığı tüm ödülleri fazlasıyla hak eden bu inanılmaz filmle ilgili
söylenecek daha çok şey var. Film için yazdığım incelemede çoğu şeyden
bahsetmeye çalışmıştım, incelemeye buradan ulaşabilirsiniz. Şimdi söyleyebileceğim tek şey şu: bu
seneki Oscar adaylarından birini izlemek istiyorsanız ilk izleyeceğiniz Mad
Max: Fury Road olmalı!
İşte Leonardo
DiCaprio, Alejandro G. Innaritu, Emmanuel Lubezki, Spotlight ve Mad Max:
Fury Road’un damga vurduğu 88. Akademi Ödülleri’ndeki tüm kazananlar:
(Tüm adaylara ise buradan ulaşabilirsiniz.)
En
İyi Görsel Efekt – Ex Machina
En
İyi Kurgu – Mad Max: Fury Road
En
İyi Kostüm Tasarımı – Mad Max:
Fury Road
En
İyi Makyaj ve Saç – Mad Max:
Fury Road
En
İyi Sinematografi – The Revenant
En
İyi Set Tasarımı – Mad Max:
Fury Road
En
İyi Ses Miksajı – Mad Max:
Fury Road
En
İyi Ses Kurgusu – Mad Max:
Fury Road
En
İyi Özgün Şarkı – Spectre,
“Writing’s on the Wall”
En
İyi Özgün Müzik – The Hateful
Eight, Ennio Morricone
En
İyi Kısa Animasyon – Bear
Story
En
İyi Kısa Film – Stutterer
En
İyi Kısa Belgesel – A Girl in
the River
En
İyi Belgesel – Amy
En
İyi Yabancı Film – Son of Saul
(Macaristan)
En
İyi Animasyon – Inside Out
En
İyi Uyarlama Senaryo – The Big
Short
En
İyi Özgün Senaryo – Spotlight
En
İyi Yardımcı Aktris – Alicia
Vikander, The Danish Girl
En
İyi Yardımcı Aktör – Mark
Rylance, Bridge of Spies
En
İyi Aktris – Brie Larson, Room
En
İyi Aktör – Leonardo DiCaprio, The Revenant
En
İyi Yönetmen – Alejandro
Inarritu, The Revenant
En
İyi Film – Spotlight
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder