“Filmler acıdan ve hiçlikten kurtulmanın mümkün olduğu, duygusal ve
entelektüel topraklarda yol bulmayı sağlayan birer harita.” demişti efsane
sinemacı John Cassevetes. Bu bana
çok güzel ve çok da doğru gelen bir söz olmuştur hep. Son zamanlarda her şeyin
harika olduğu ve hiçbir derdimizin kalmadığı günlerden geçtiğimizi söylesek
yalan olur. Bu durum sadece Türkiye için değil tüm dünya için de geçerli bir
durum. İnsanlar artık güzel şeylerden konuşmaktan, güzel şeyleri paylaşmaktan
utanır oldu. Ancak herkesin kaçış aradığı ve bir umut bulmak istediği gibi de
bir gerçek var ortada. Kimilerine göre bu kaçış bir şarkıyla, kimilerine göre
bir kitapla, kimilerine göre bir filmle ve kimilerine göre ise bir oyunla bile
olabilmekte. Bana göre ise Cassevetes’in
dediği gibi filmlerdir en iyi kaçış şekli. Sanatın tüm dallarının muhteşem bir
ahenkle birleştiği, hayran olacağınız ve sizi günlük yaşamınızdan
uzaklaştırarak bir umut bulmanızı sağlayacak, size ilham verebilecek bir film
her dönem çıkmakta. İşte dünyada her şeyin mutsuzluk, umutsuzluk ve
karamsarlıkla kaplı olduğu bu dönemde de La
La Land çıktı ve herkesin sevgilisi oldu.